Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

KALENDER ÇELEBİ VE ŞAH İSMAİL BULUŞMALARI

İsmail Kaygusuz

 

Şah İsmail’in Yıldız Dağı Toplantısı

Kalender Çelebi’nin, Kızılbaş Safevi Şahı ve Cemlerimizde okunan telli Kur’an’ın ayetlerini yazan ve düzen 7 ozanımızdan Hatayi, Pir Sultan ve Kul Himmet ile buluşması Yıldız Dağı toplantısında gerçekleşmiştir.

1508’de tüm doğu Anadolu’yu ele geçirmiş Kızılbaş Safevi yöneticileri ve Şah İsmail ertesi yıl yapmak istediği Dulkadirli seferi için Erzurum ve Erzincan üzerinden Orta Anadolu’ya gelmiş ve bir süre Osmanlı sınırında kalmıştı. Kemalpaşazade Tarihi’nde şöyle denilmektedir:

“…İsmail Diyarbekir içinden dahi gitse olurdu. Ol yoldan da maksuda vusul bulurdu; amma yerinden deprenüp bir taşla iki kuş varmak istedi. Bahane ile gelip Serhadd-i Rum’da (Sivas sınırında İ. K.) bir zaman turmak istedi. Ta ki Anatolı’nın Kızılbaş’ı vesair evbaşı ol Sem-i bezm fitnenin kenara geldüğün duyup, her taraftan yanına cem’oluna...Amma umduğun bulmadı, ol dediği iş olmadı ve içinde Kızılbaş olan vilayetlerin raiyyetleri boyunlanıp birbirine merbut olmuştu (bağlanmıştı İ. K.)” [1]

Bu birinci ve önemli bir belge. Şah İsmail’in. II. Bayezid’e mektup yazıp, Osmanlı topraklarından geçerek Dulkadirli üstüne gitmesi için izin istemiş olduğunu ve bu izni aldığını biliyoruz. Bayezid, Safevi ordusunun serbestçe geçmesine izin vermesine rağmen, kayınbabası olan Dulkadirli Alaüddevle’nin yardim isteğini reddetmiştir.

Geleneksel Alevi söylenceleri ve ozanları Şah İsmail’in burada Anadolu Alevi Türkmen dedeleri ve ozanlarıyla oturup söyleştiklerini Cem kurduklarını, nefesler söyleyip semah döndüklerini anlatmaktadır. Dergâh postnişini Balım Sultan’ın kardeşi ve kendisinden sonra yerine geçen Kalender Abdal, onun temsilcisi olarak bu mecliste bulunmuştur. Onlar gibi ozan olan Kalender Abdal’ın, bir arada gördüğü ve büyüklüklerine tanık olduğu bu üç ozanı öven bir şiiri vardır:

Ezel-ü ervahdan ceddim cemalim

Hatayi Kul Himmet Pir Sultan geldi

Eli kanlıların elin yumağa

Hatayi Kul Himmet Pir Sultan geldi

(...)

Kalender yok bu sözümün hatası

Beş harftendir aşıkların futası

Üç aşıktır cümle aşık atası

Hatayi Kul Himmet Pir Sultan geldi

Pir Sultan Abdal nefeslerinden birinde toplantı yerinin adını verir:

Kapıyı çaldı Kırkların birisi

Birinden mestoldu cümle gerisi

Sarıkaya derler Şah’ın korusu

Konalım gaziler İmam aşkına

Burada adı geçen Sarıkaya, Şah İsmail’in 1501’de birinci gelişinde konduğu Erzincan ile Tercan arasındaki Saru-Kaya yaylağı değil, Yıldızeli’ne bağlı Banaz ile Bedirli’nin arasındaki yerleşme birimidir. Yani, Pir Sultan’ının yaşadığı bölgededir. Ancak İlhan Başgöz’ün ileri sürdüğü gibi “belki de Pir Sultan’ın evinde misafir olan bu Şah, 1577’de, Şam taraflarında ortaya çıkan ve Bozok (Yozgat) taraflarına kadar gelip, oraları ayaklanmaya çağıran yalancı Şah İsmail” değil, Şah İsmail Safevi’nin kendisidir. Bu tarihte Pir Sultan Abdal yaşamamaktadır. Şah İsmail’in bu bölgeye geldiği; “Yıldız Dağında semah eylediği, bin bir kelam ettiği ve Banaz’da bir süre kaldığı” başka nefeslere de konu olmuştur.

Pir Sultan’ın oğlu olan Pir Mehmed’in talibi İsmail isimli alevi ozanı, Şah İsmail’in burada kalışının unutulmayan anısını şöyle dillendiriyor:

Şah Yıldız Dağı’nda semah eyledi

Bir ayak üstünde bin bir kelam söyledi

İndi Banaz’ı hoş vatan eyledi

Hayli devr ü zaman geçti orada

Koca Şah Urum’a bir elma saldı

Dolandı Urum’u Banaz’a geldi

Pir Sultan elmaya bir tekbir kıldı

İnsan taaccübde kaldı orada [2]

Bu dörtlüklerde Şah İsmail’in Banaz’da bir süre kaldığı ve Cemler kurulup Semahlar dönüldüğü açıkça anlatılmaktadır. Şah’ın kendisinin de semah eylediği özellikle vurgulanıyor. Onu, bizzat adını anarak iyi semah dönmede örnek gösteren Pir Sultan Abdal bir dörtlüğünde şöyle vurguluyor:

Bülbül gerek gül dalına konmaya

Şah İsmail gibi semah dönmeye

Musahibin yok mu derdin yanmaya

Niye geldin derler Urum sofusu

Şah İsmail’in gelişini büyük bir birlik toplantısının ve cemlerin yapılacağını bölgedeki, özellikle Osmanlı topraklarındaki Seyyid ocaklarına haber vermeyi Pir Sultan Abdal üstlenmiştir. Hacı Bektaş Dergahına bağlı bir Dede olarak, Dergâh postnişini ve dervişleriyle haberleşme aracılığı da yapmıştır. En büyük yardımcısı da kendi talibi Safevi soyundan genç ozan Kul Himmet’tir.

Elbette ki burada asıl, çeşitli Osmanlı bölgeleri ve diğer beyliklerden gelen Kızılbaş dedeleri ve aşiret-oymak beyleriyle siyasi toplantılar yapılmıştı. Hacı Bektaş Dergah’ından Kalender Abdal ile birlikte, Balım Sultan’ın gönderdiği onun düşünce ve siyasetini ileten başka görevliler de bulunmaktaydı. Kanımızca, Şah İsmail, kurmaylarıyla birlikte Hacı Bektaş türbesi ve dergâhı ziyaret etmek, ayrıca Balım Sultan’la görüşmek istiyordu. Ancak Osmanlı topraklarında büyük bir siyasal patlama yapacağından korkulduğu için izin verilmemiştir. Balım Sultan’ın İstanbul’a çağrılması da aynı döneme rastlatılmıştır. Hatta Şah Hatayi’nin bir şiirindeki dörtlük, oun bu olaydan haberli ve Balım Sultan’ın İstanbul’da olduğunun kanıtıdır. Mademki Hacı Bektaş’a bu denli bağlı görünen Padişah, neden daha önce Dergah’a gelip de orada Hünkar’ın manevi huzurunda ikrarbend olup Tarikat’a girmemiş? Bu bir siyasetti: Balım Sultan’ın Kızılbaş Safevi Şahı ile görüşmesine engel olmaktı.

Bu toplantılarda bir yandan da Pir Sultan Abdal, Kul Himmet ve Şah Hatayi’nin siyasetçi kadar ermiş aşıklar olarak ortaya çıktığı; Ali, Hasan ve Hüseyin’i temsil ettiğini Kulhimmetli dedeler aracılığıyla günümüze ulaşan “Üç Aşık Söylencesi” göstermektedir.[3]

Şah İsmail Hatayi düşlerine giren ve görmeği çok arzu ettiği Hacı Bektaş Veli ve Balım Sultan üzerine yazdığı nefesler-şiirlerde onun Hacı Bektaş Dergahı’nı ziyaret özlemi ve Balım Sultan ile görüşme amacı gizlidir:

Gece gündüz hayaline yanarım

Bir gece rüyama gir Hacı Bektaş

Günahkarım günahımdan bizarım

Özüm dara çektim sor Hacı Bektaş

...

Derdiment Hatayi eyler niyazi

Ulu Pir katardan ayırma bizi

Bu mahşer günüdür isteriz sizi

Muhammed önünde car Hacı Bektaş

                

******

Gaziler dertlere derman bulunur Sultan Balım’dan

Sınık gönüllere merhem bulunur Sultan Balım’dan

Budur âlemler alisi cümle gerçekler velisi

Gaziler aşkın dolusu sunulur Sultan Balım’dan

…..

Can Hatayi’m der bendesi nazar etmiş haslar hası

Sinik gönüller aynası silinir Sultan Balım'dan [4]

Şah İsmail Hatayi’nin bu nefesi, Balım Sultan’a karşı saygısını gösterdiği kadar, siyasi bir bütünleşme övgüsü olarak da değerlendirilebilir. Yine Hatayi’nin bir şiirinde, orada bulunmayan Balım Sultan’a manevi anlamda “güzel Şah” nitelemesiyle seslenip, Sultan Bayezid ile cem yürütmesine gönderme yaparak kendisini eleştiriyor:

Arzumanım sende ey güzel Şahım

Münkir münafıka sayvanın mı var

Aşkın kitabını almış eline

Mühr-i Süleyman’dan fermanın mı var

Gaip erenleri kalksın yürüsün

Al kırmızı otağlarını kursun

Sultan Bayezit’(l)e Cemler yürü(t)sün

Mümin kullarına bühtanın(?) mı var

Gaip erenleri seni arzular

Yüreğim başında yaram sızılar

Gelür alnımıza yazılan yazılar

Dahi göreceğin günlerin mi var

…….

Şah Hatayi’m eydür bu böyle olmaz

İleri varıldı geri durulmaz……

Şah İsmail’in Yıldız Dağı durağından olaysız ayrılması ve başında bulunduğu Kızılbaş ordusuna önemli ölçüde katılımın olmayışı, Bayezid’i çok sevindirmiş; Şah İsmail’in Tebriz’den İran’ı yönetirken Anadolu’yu elinde tutabileceğini sanmıyordu. Anadolu Kızılbaşları da desteğini çekerse bitti demektir. Ama Balım Sultan’ın kendisi için siyaset yaptığı konusunda yanılmış olduğu, çok değil iki yıl sonra Şah Kulu Sultan başkaldırısıyla ortaya çıkacaktır.

Öyle bir dönem geldi ki, Anadolu’da Balım Sultan’ın düşündüğü Kızılbaş siyaset doğrultusunda, yani Osmanlı’ya baş kaldırarak, baskıcı Şeriat yönetimini ortadan kaldırıp devleti ele geçirmek amacıyla Hacı Bektaş Dergâhı (Kalender Şah) öncülüğü ele almıştı.

Ancak ne var ki, çok büyük olasılıkla, postnişinliğinin ilk yıllarında mücadelenin başına geçmeden, özellikle 1519 Şah Veli Ayaklanması’ndan sonra, Şah İsmail’in ölümünden (1524) belki bir süre önce bir heyetle Tebriz’e gidip Şah’la görüştüğünü düşünüyoruz.

Kalender Abdal’ın Şah İsmail’i bir Heyetle Ziyareti

Şah İsmail’in son on yıl içerisinde artık buyruklarının dinlenmediği ve kendini içki ve ava verdiği dönemde gerçekleşmiş olduğunu sandığımız bir olayı burada yorumlamaya çalışalım. Hacı Bektaş Veli evlatlarından Kalender Şah’ın Şah İsmail’i ziyaretidir söz konusu olay. Olasıdır ki, Şah Veli Ayaklanması’nın başarılı olduğu 1519 yılı içinde ya daha sonra, yani Şah İsmail’in 1524 de dünyadan göçmesinden az bir süre önce Kalender Çelebi bir heyetle gidip Safevi Şahı’nı ziyaret etmiştir. Belki, eğer Kızılbaş ordusunun başında kendisinin Anadolu’ya geldiği takdirde, hem Çaldıran’ın öcünün alınacağı hem de Osmanlıyı yenip yönetimi ele geçirmesine destek verecekleri bağlamında şartların oluştuğu anlatılmıştır. Ancak Şah İsmail bunu gerşekleştirecek gücü kendisinde görememiştir. Aruz vezniyle yazdığı bir şiirinden anlıyoruz ki, böyle bir mücadeleyi Kalender’in kendisinin üstlenmesini önermiş.

Bu şiirinde “iki âlemn gerçek sırrı ve sultanı” diye nitelediği Kalender’in başkanlığında gelmiş olan heyete “Hak kadehinden içip mest olmuş konuklar”diyen Hatayi, Kalender’i “Mustafa (Muhammed) ve Murteza (Ali)” gibi karşılıyor. Şiirinin sonunda, ona “Şöhretin dünyayı tutması göründü (imdi Şöhret-i âlem göründü)” derken, sanki bir özeleştiri içinde Kalender’e el verip, önderlik yapması gerektiğini açıkça öneriyor ediyor ve bir gelecek muştuluyor.[5]

Şah İsmail Hatayi bu şiiri herhangi bir kalender için yazmamıştır. O, 1508’de Yıldız dağında tanıdığı, Balım Sultan’ın kardeşi Kalender Çelebi’dir.

İki alemde sultandır Kalender

Kadimi küfr ü imandır Kalender

Kalenderdir hakikat-ı sırr-ı kevneyn

Emir-i hayy-i fermandır Kalender

Kalender Mustafa ve Murteza’dır

Zihi cism ile hem candır Kalender (zihi: ne mutlu)

…..

Misafirler ki mest-i cam-ı Hakk’tır (Hak kadehinden sarhoş olmuş)

Visal-ı Şah’a mihmandır Kalender

Geç imdi şöhret-i alem göründü

Hisaba cümle ihsandır Kalender’

Velâyet Kâ’besin açtı Hatayi

Gulam-ı Şah-ı Merdan’dır Kalender.

 

 

[1] Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü (Şah İsmail ile Halefleri ve Anadolu Türkleri), Ankara, 1992, s. 29, dipnot 41.

[2] S. Nüzhet Ergun, Bektaşi Şairleri ve Nefesleri, İstanbul-1955, s. 61.

[3] 191 Kul Himmet çalışmamızda geçen ve Şah İsmail’in Yıldız Dağı toplantılarının aynı zamanda bir kanıtı olan bu söylenceyi aşağıda veriyoruz:

Üç Aşık Söylencesi

Şah İsmail Hatayi, Pir Sultan ve Kul Himmet’in Yıldız dağında buluşup dem-devran geçirdikleri, hal diliyle muhabbet ettiklerini belirleyen bir söylence anlatılmaktadır Kul Himmet köyü Varzıl’da. İrfan Çoban’ın derlediği söylenceye göre tarikatı yürüttükten, yani cem-cemaatten sonra Yıldız dağında üçü geziye çıkar. Bir ara kırda çiçekler arasında oturur kendilerine sunulan bir tas balı yemeğe hazırlanırken Pir Sultan: “Dostlar, bu bala birer işaret koymadan yemeyelim” diye öneride bulunur. Diğerleri öneriyi kabul ederler.

Bunun üzerine her keresinde ikisi hakem olur biri işaretini söyler. Önce Kul Himmet başlar; hal diliyle buyurur; bir ari gelip bala yemeğe girişir. Hatayi: “Ey Kul Himmet, vızıltın kesilmesin, balını eller yesin!” der. Bu, bir çeşit Kul Himmet’in geleceğinin görülmesi okunmasıdır. Yani, Kul Himmet vızıltın-sıkıntın eksik olmayacak, kazancını da eller yiyecek, demek oluyor. Bugün Kul Himmet evlatları arasında hiç kesilmeyen kavga-niza ve bu yüzden kazançlarını rüşvet olarak ona-buna yedirmeleri anlatılan olaya bağlanır.

Pir Sultan Abdal emreder; bir kıl takılır bala. Hatayi: “Ey Pir Sultan, sen de bala düşürdüğün kıl ile asılasın!” dediği için o da ipe çekilmiştir.

Sıra Hatayi’ye gelince; bala el atar, bal tası münevver olur (aydınlanır). Kul Himmet ile Pir Sultan aynı anda: “Ey Hatayi, balın çok olsun, yemeğe doyma!”Sultan Hatayi tutkuludur ve çok kazanmıştır ama yemeğe doyamamıştır. Hatayi evlatları şimdi de çok mal kazanır, ama hep ellere yedirirler.

Balı yerken söyleşen üç büyük aşık, sonra Yıldız dağından aşağı inerler. Temiz ve dupduru akan Kızılırmak’ta yıkanmak isterler. Önce Kul Himmet soyunup ırmağa girer, ırmak yarı kan rengi alır.

Kul Himmet: “Vaah!” der. Arkadaşları: “Ne oldun?” diye sorarlar.

Kul Himmet: “Şimir’in açtığı yaraya su değdi!” diye sızıldar.

Sonra Pir Sultan soyunup suya girer, ırmak daha çok kanlanır. “Vaah!” der Pir Sultan. Arkadaşları ona: “Ne oldun?” derler. O da: “Cude kızı Esma’nın elinden içtiğim zehirin acısı yaktı beni.” der.

En son Hatayi soyunur ırmağa girer ve su tamamıyla kızılkan akmaya başlar. Hatayi’i de “Vaah!” diye inler. Öbürleri yine: “Ne oldun?” diye sorunca, Hatayi: “Mülcem oğlunun açtığı yaraya su değdi!” diye yanıtlar. İşte o zaman anlarlar ki Kul Himmet İmam Hüseyin, Pir Sultan Abdal İmam Hasan ve Şah İsmail Hatayi de Ali’dir. Ve o günden beri Kızılırmak kıpkızıl akmaktadır.

[4] İbrahim Arslanoğlu, Şah İsmail Hatayi, İstanbul–1992, s. 430.

[5] İ. Kaygusuz, Alevilik Tarihi ve Uluları I, İstanbul–1995, s. 342–343.