Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

Abu Raihan El Bîruni

ABU RAİHAN EL BÎRUNİ (973-1048/51?)

İsmail Kaygusuz

Bîruni Hakkında Genel Bilgiler

biruniAbu Raihan Mohammad İbn Ahmad el Bîruni , 11.Yüzyılın tanınmış Müslüman hükümdarlarından olan Gazneli Mahmut’un sarayıyla yakından ilişkili tanınmış kişilerden biriydi. El Bîruni, fizik, metafizik, matematik, coğrafya ve tarih alanlarında eşit derecede yetkin bir bilim adamıydı. Tahminen 973 yılında ‘Ural’ yakınındaki Kheva kentinde doğmuş, çok tanınmış fizikçi İbn Sina’nın çağdaşıydı. Erken yaşlarda onun bilginliğinin ünü çevreye yayılmıştı ve Gazneli Sultan Mahmud ülkesini fethedince, Hindistan’a yaptığı seferlerde El Bîruni’yi birkaç kere birlikte götürdü.  Böylece o, yirmili yaşlarda bütün Hindistan üzerinde seyahat etmek fırsatına sahiboldu. Kendilerine Yunan ve Arap bilim ve felsefelerin öğrettiği üç Pandit’ten Hindu dini, felsefesi, matematik ve coğrafyasını öğrendi. El Bîruni, bu şekilde tam kırk yılını bilgi bilgi toplayarak ve ona kendi orijinal katkılarını yaptıktan sonra 1048 yılı içinde yetmiş beş yaşlarında öldü . El Bîruni 200 kadar kitap yazdı ve astronomi için birkaç araç yaptı.

El Bîruni, Hindistan içlerine yaptığı seyahatlarının gözlemlerini, kıtanın toplumsal, tarihsel koşullarının grafiksel tanımını veren tanınmış Kitab al-Hind kitabına kaydetti. Kitabının sonunda, iki Sankristçe  kitabın Arapçaya çevirmiş olduğunu açıklığa kavuşturur: Kitaplardan birinin adı Sakaya’dır ve nesnelerin ve onların biçimlerinin yaratılışıyla ilgilidir. İkincisi ise, ruhun vücudu terkettikten sonra ne olduğunu anlatan Patanjal’dır.  Hindistan betimlemeleri öylesine bütünlük gösterir ki,  600 yıl sonra Akbar’in saltanatı döneminde Abu’l Fadal tarafından yazılmış Aein-i-Akbari kitabı bile Bîruni’nin kitabına çok şey borçludur. Ayrıca  o, İndus Vadisinin alivüyyonlarla dolmuş eski bir deniz yatağı (tabanı)  olduğunu gözlemlerine dayanarak ilerisürmüştür.

Hindistan dönüşünde el Bîruni, Sultan Mesud’a adamış olduğu meşhur eseri Kanun-i Masûdi’yi (al-Qanun al-Masudi, fi al-Hai'a wa al-Nujum) yazdı. Bu kitapta astronomi, trigonometri, güneş, ay ve gezegen hareketleri ve de akraba konuların çeşitli teorilerini tartışır. Diğer tanınmış eseri el-Eser el Bakia’da, milletlerin eski tarihi ve ilgili cografi bilgiler konusuna bağlı girişimde bulundu. Bu kitapta o, dünyanın dönüşünü tartışmış ve çeşitli bölgelerin meridyen ve paralellerinin gerçek değerlerini vermiştir.  Ayrıca da çeşitli ekonomik ve fiziksel coğrafi bakışlara dikkate değer katkılar yaptı bu kitabında.

Onun diğer bilimsel katkıları da 18 farklı taşın yoğunlukları üzerinde kesin kararlılığıyla ilgilidir. Aynı zamanda o, Hindistan hekimliğiyle, konu üzerinde son mevcut Arap bilgisini birleştiren geniş bir tıbbi malzemeleri içeren Kitab al-Saidana’yı yazdı. Kitab al-Jamahir kitabında çeşitli değerli taşların mülklerini (properties) işler. O hem bir astrologdu hem de tahminlerinin kesinliğiyle halkı hayrete düşüren bir üne sahipti. O, duruş ilkesini ayrıntılayarak, Hindu rakamlarının açık bir hesaplamasını/hesabını da verdi. Satranç oyununun uygun Geometrik gelişimi sümmasyonu şu sayısal formüle rehberlik etti:

1616° - 1 = 18,446,744,073,709,551,619.

El-Bîruni bir cetvel ve sadece kompasla çözülemeyen problemleri ve üç yönlü açı (trisection) yöntemini geliştirdi. Ayrıca asırlarca önce dünyanın  geri kalanın/öte yanını, yerin kendi ekseni çevresinde dönüp dönmediği sorunun tartışmıştır.  O, astronomic olgulara ilişkin deneyimleri üstlenmekte ilk oldu. Onun İbn el-Haytam gibi İslam bilginlerininkiyle birlikte ele alınan bilimsel methodu, çağdaş bilimin erken temelini atar. O, sesin hızıyla, ışığın hızının karşılaştırmasının çok önemli olduğunu doğruladı. Doğal su kaynakları ve artesiyen kuyularının çalışmasını, iletişim teknelerinin/havzalarının hydrostatik ilkesiyle açıkladı. Onun tetkikleri Siyam ikizleri olarak tanınanlar dahil, çeşitli çirkinlik (görünüş) leri betimlemelerini de içermekteydi. O 7 ve 9 değil, 3,4,5,6, ya da 18 taçyapraklı çiçekleri gözlemledi.

El Bîruni çok sayıda kitap ve risaleler yazdı.Yukarıda açıklandığı gibi, Kitab al Hind (Hindistan’ın tarihi ve coğrafyası), al-Qanun al-Masudi (Astronomi ve Trigonometri), al-Athar al-Baqia (Eski tarih ve coğrafya), Kitab al-Saidana (Tıbbi malzemeler) ve Kitab al Jawahir (kıymetli taşlar) ’den başka, onun al-Tafhim-li-Awail Sina'at al-Tanjim kitabı matematik astronominin bir özetini verir.

O, pek çok büyük İslam bilginlerinde biri olarak düşünülürdü ve çokları da onu bütün zamanların en büyüğü gibi düşündü . Onun eleştirel ruhu, gerçeklik sevgisi ve bilimsel yaklaşımı hoşgörü duygusuyla birleşmişti.

Astronomi’yle ilgili ilk deneyleri yapan kimdi?  Çoğu kişiler bu soruyu Galileo, Ptolemaios ya da bazı Rönesans bilginleri diye yanıtlayacaklardır. Ama gerçek yanıt, Rönesans’tan  beş yüz yıl once doğmuş olan Abu Raihan Mohammed Ibn Ahmad Al-Bîruni.’dir. O bütün zamanların en iyi bilgini olmayı denedi. O zamanın insanları, yeryüzünün merkezde olduğu ve  gezegenlerin, güneşin, yıldızların onun çevresinde döndüğünü düşündükleri geocentric theoriye inanırlardı. Açıkçası o Galileo’dan tam 600 yıl önce, dünyanın kendi çevresinde günlük ve güneş çevresinde ise yıllık dönüşünü/heraketini  tamamladığını biliyordu. Tarihte ilk kez, Kuzey ve Güney kutupta niçin  güneşin batmadığının bilimsel açıklamasını yaptı.

(Kaynak: www.ummah.net/history ve www.albalagh.net )

Al Bîruni’de Dünyanın Yuvarlaklığı Ve Kendi Çevresinde Dönüş Hareketi Üzerinde Bir Söyleşi

Jean Rosmorduc: Öncelikle Yeryüzü’nün kendi çevresinde dönüşüyle ilgili bazı Arap bilginlerinin varsayımlarını (hypothéses) açıklar mısınız? Tam olarak nedir?

Ahmed Cebbar: “Uzun zamandır bilim tarihçileri, Ortaçağ bilginlerinin, Evren içinde Yeryüzü’nün sabit durduğu ve hareket etmediği ilkesini kabul etmiş olduğunu düşünüyorlardı. Oysa Arap astronomi tarihi araştırmacıları gösterdiler ki, tersine bu önemli sorun, özellikle 11.yüzyıl bilginleri tarafından tartışılmıştır. Sorunun kuramsal görünüşü üzerine taşınan bu tartışmalar, ayrıca uygulamalı gelişmeler sağlamış; çünkü bu, Evren’in merkezindeki Dünya’nın hareket etmediği, fakat (evrenin) kendisinin döndüğü düşüncesi temelli bir usturlab yapımına yolaçmıştır. Bu sorunla ilgilenen bilginler ya da bunu yazılarında elealmış kimseler arasında, tartışmaya katılan ama bize kadar ulaşamamış olanlardan konuşamazsak da, İbn Sina (ö.1037) ve Fahreddin Razi gibi (1210) filozoflar, as-Sijzi (10.yy), al-Bîruni (ö.1048) ve al-Hasan al-Murrakushi (13.yy) gibi astronomlardan sözedilebilir.

Acak en önemli ve en tamamlayıcı kanıtlığı hiç kuşkusuz, Dünya’nın hareketleri üzerinde konuşan, ayrıca hem tarihçi hem de astronom olarak tanınan Al-Bîruni bu konuya ilişkin yazılarıyla yapmaktadır. Çünkü o, bu sorun üzerinde fikrini söylemekten çekinmez: Tahkik mal-i l-Hind (Hindistan’a sahip olanlar üzerinde bir araştırma) kitabında, çok daha önceleri Hind astronomu Aryabhata tarafından (6.yy) ileri sürülen Dünya’nın kendi çevresinde döndüğü varsayımını bize bildirmiş ve bunun astronominin temellerine ters düşmeyen ve kabul edilebilir bir varsayım olduğunu anlamıştır. Ayrıca Kitab fi İstiab al-Wujuh al-mumkina fi San’at al-Asturlab (Usturlab’ın uygulanmasında tüm işlem yapma olasılıklarının suçlanması) adlı kitabında, yeryüzünün kendi çevresinde döndüğü ve hareketsiz olduğu üzerine iki varsayımın da ona göre çözülmesinin kolay olmadığını ve güçlükler yarattığını dile getirir.(s.190) Bu, kitabını yazdığı dönemde iki varsayımın da kendisine eşit derecede göründüğü anlamına gelir.

Jean Rosmorduc: Al-Bîruni’nin konu hakkında düşündüğü nedir?

Ahmed Cebbar: Kendi sözleriyle tam olarak şudur:

“Bazılarının görülebilen evrensel hareketin gökyüzüne değil, yeryüzüne bağlı olduğu inancını, yani çözülmesi güç bir problemi ve onun gerçekliğini belirlemek ya da onaylamak güçtür. Ayrıca hiç bir şekilde tersini ileri sürme ölçeğinin çizgileri üzerinde temellendirilebilen şeyler değildir ve ben burada geometrici ve astronomlara göndermeler yapıyorum; zira sadece evrensel hareket yeryüzüne ya da gökyüzüne bağlı olabilir; bu iki durum içinde o kendi bilimlerine dahil edilmez. Eğer bu (dünyanın kendi çevresinde döndüğü) inancının tersini söylemek ve bu belirsiz fikri çözümlemek mümkün olursa, bu ancak fizikçi olan filozoflar arasında gerçekleşecektir.”

Ancak ne varki, El Bîruni daha sonraları, onu bir varsayım olarak kabul etmekle birlikte Dünya’nın kendi çevresinde döndüğü düşüncesini redderek kanaatını değiştirmiştir. Al-Qanun al-Masudî (Masud Kanunu) kitabında aynı zamanda bu reddiyeye ilişkin tartışmaları veriyor. Ayrıca o, kitabında çok önemli bilgiler içermekte olan bu tartışmaların tümünü özetlemiş olmasıyla, çağının fizik bilimi sınırlarını ortaya koymaktadır ki, bu da çok ilginçtir. El Bîruni, Ptelamaios’un “eğer dünya kendi çevresinde batıdan doğuya doğru dönmüş olsaydı, aynı yönde uçan kuşlar bize hareketsiz görüneceklerdi’ sözünü anımsatarak başlıyor tartışmasına. Ve ‘oysaki’ diyor, olay bu değildir”.

Jean Rosmorduc: Peki dünyanın kendi çevresinde dönüşünü kabul ediyor mu?

Ahmed Cebbar: Daha sonra, sorun üzerinde özel fikrini ortaya atmadan önce, ne yazık ki adını açıklamadığı bir Arap astronomunun tartışmasını sergilemektedir ki, bu tartışma dünyanın kendi çevresinde dönüşü lehineydi. Bu bilim adamı için, kuşların hareketi, eğer bu hareket, Dünya’nın hareketinin yönünde bir yuvarlak (yörünge) ve diğeri bir düz çizgide olan iki farklı harekete ayrıştığı dikkate alınırsa bu (dünyanın kendi çevresinde döndüğü) varsayımına ters düşmez.

Jean Rosmorduc: Sonuçta?

Ahmed Cebbar:  Sonuç olarak ve görünüşte uzun bir tereddüt geçirdikten sonra al-Bîruni, bu dönüşün hızlılığı üzerinde yaptığı hesaplara dayanarak Dünya’nın kendi çevresinde döndüğü varsayımını reddedecektir. Ona göre ve bu sürattan çıkardığı hesaba göre; batıdan doğuya uçan bir kuş hem kendi ve hem de çok daha büyük olan Dünya’nın dönüş hızına sahibolacaktı.Oysa ki, rasathanede gözükmekte olan bu değildir. Böylelikle al-Bîruni Dünya’nın hareketsiz olduğu sonucuna varır. Yine yeryüzünün kendi çevresinde dönüşü varsayımının uygulamalı gelişimleri hakkında bizi bilgilendiren al-Bîruni olmuştur.

Gerçekten de o Risala fi at-tatriq ila isti’mal fünun al-asturlab (Usturlab tekniklerinin kullanımı hakkında) kitabında bize, ufkun orada bir kayık biçiminde temsil edildiğinden dolayı zawraqi denilen usturlabın gerçekleştirilmesi ve kavramı üzerinde bir matematikçi ve astronom olan as-Sijzi’nin bir kitap yazdığını öğretti. Al-Bîruni aynı zamanda İbn Harir adlı bir uzman tarafından yapılmış bu aletin örneğini gördüğünü belirtmektedir. Bundan başka biz onun kitabı Kitab al-İstiab’ında bu aletin bir çizimi ve ayrıntılı tanımını bulmaktayız.

(Ahmed Cebbar, Une Histoire de la Science Arabe (Entretiens avec Jean Rosmorduc), Editions du Seuil, Paris-2001, s.188-199)

Prof. Ahmed Cebbar’ın bu genel tanımlamaları ve yorumlarından sonra Bîrûnî’nin Tahkik mâ li-l-Hind/Le livre de l’Inde (Hindistan Kitabı)’ndan  Yeryüzü ve Gökyüzüne ilişkin araştırma ve incelemeleriyle birlikte görüş ve düşüncelerine ilişkin bazı pasajların çevirisini vermek yerinde olacaktır. Bakalım Bîruni neler söylüyor? :

“Yeryüzünün  ve Göyüzünün Biçimi Üzerine”

“Bu konu üzerinde Hindular müslümanlarınkinden farklı düşüncelere sahiptirler. Zaten Kur’an  ne konu hakkında ne de konuya ilişkin gerekli sorunlara bir bir açıklama getirmemektedir. Bilinmesi gereken her şeyi anlamak ve öğrenmek için ayetleri/surelerin tavili, yani batıni yorumlarının zorlanması noktasında bile –ki Kur’an’dan önce indirilmiş kutsal kitaplar için de aynı şey söylenebilir- bu gerçekleşmez. Bunun da üzerinde Kur’an, diğer kutsal dinler tarafından getirilenlere benzer biçimde, belirsiz olmayan (sans ambiguité), yani belirli hükümlere kapalıdır. Fakat bazan krolonojik durumda olduğu gibi, çelişkili ya da çözümü umutsuz olan konuları içermez.”

“İslam, başlangıçta eğilim biçimi öğretisini, kalben sade insanların önünde, onlara kendi öz kutsal kitaplarından alınmış pasajların yakından ve uzaktan Tanrı tarafından yaratılmadığına dair yazılar sergileyen ve okuyan bir grup düşmanın tuzaklarıyla mücadele içindeydi. Bu kişilerin kitapları okundu ve kopya edliip çoğaltıldı, ancak  bu inançsızlar kendi dünyalarında yanılgı içindeydiler...”

“Fakat İslam için diğer bir darbe, Zındıklar’la, yani İbn Mukaffa, Abdulkerim İbn Abî’l Avca gibi Mani inancının taraftarlarından geldi. Maniciler ‘tek’ ve ‘eşssiz’ Tanrı hakkında, ‘adil’ ve ‘bağışlayıcı’ olduğu üzerinde yersiz uslama ve tartışmalarını kullanarak  zayıf  ruhlu kişilerde kuşkular yarattılar ve  onları Dualism’e (İkilemciliğe) saptırdılar. Mani’nin yaşamının öylesine abarttılar ki, birçok insanları onun inancına döndürdüler.  Çünkü Mani kendi budalaca ideolojisine bir sınır koymamış; dünyanın biçimi üzerine yazdığı kendi yalanlarını da yazmıştı . Onun düşüncelerinin gerçek olduğu iddiasıyla, ‘Tanrının her şeyin üzerinde olmadığı’ gibi yeni bir kavram biçimlendirilip Yahudi tuzaklarına eklendi. Bundan başka, herkim ki bu Manicilerle hemfikir değilse ve hakikata, yani Kur’an’a sıkı sıkıya bağlıysa, inançsız bir sapkınmış gibi onlar tarafından ölüme mahküm edilir, onun Tanrı kelâmı (Kur’an) dinlemesi yasaklanırdı. Bunların davranışları, ‘sizin ulu Tanrınız benim (K. 79, 24)’, ‘başka bir Tanrı yoktur sadece ben sizin Tanrınızım’(K. 28, 38) demeye cesaret eden Firavun’un küfürlerinden daha  kötüdür -ki Firavun, İslam’da dinsizliğin ve gururun/bencilliğin simgesidir;Kura’an’da onbeş yerde geçer. Eğer bu tür benzer ayrılıkçılık (sectarisme/asabiyya) uzun bir zaman sürmek durumunda kalsaydı, doğru yoldan sapmış olabilirdik. Kuşkusuzdur ki, Tanrı kendisini araştıranların ayağını sağlam basmasını sağlar, hakikat olan da budur.” (s. 205-206)

“Hindulara gelince; onların kutsal yazıları (kitapları) ve halk efsaneleri (Purâna), kendi müneccimleri (astrolog-astronom) tarafından tutulan  mevcut kanıtlara karşıt olarak, dünyanın biçiminin her türlüsünü konuşur. Bu kitaplar insanları dinsel uygulamalarını yerine getirmekte zorlamakta ve büyük çoğunluğu astrolojik kararlara ve astronomik hesaplara götürmektedir.  Onlar da hemen kehanetleri iyi olan mükemmel buldukları müneccimlerine doğru yaklaşımlarını açığa vururlar.  Kısacası onlar, hepsinin cennete gidecekleri ve hiç kimsenin cehenneme gitmeyeceğine inandırılmışlardır.  Öbür yandan Hindli astronomlar, haklı buldukları kendi inançlarını  terkederken ve Gerçek’ten kendilerini ayırsalar bile, çabuk kanan halkların kendilerine davranışlarında  çok nazik olmaktadırlar...” (s.206)

“Şimdi de Hindu astronomların Eevrene ilişkin düşüncelerini belirteceğiz. Onların gözünde yeryüzü ve gökyüzü küre biçimindedir. Yeryüzü yuvarlaktır; kuzey yarısı kurudur ve güney yarısı suyla kaplıdır. Onlara göre Yer’in ölçüsü, Greklerin tasarladıkları ve çağdaşların hesapladıklarını aşmaktadır. Bunu belirlemek için onlar, “adalar”-kıtalara (dvîpa) ve okyanuslara ilişkin tüm referansları bıraktılar [...] Diğer yandan kendi bilimlerinin tersini söylemiyen dinleri de izlediler. Örneğin Kuzey Kutbu altındaki Meru dağı ve Güney Kutbun altında bulunan Vadavâ-mukha (kısrak başı?) kıtasıyla ilgili olarak, Meru’dan daha az önemlisi orada veya başka yere yerleştirilmiş olabilir. Gerçekte onun [taklidî] durumu, dünya üzerindeki her nokta ve gök kürenin bir diğer bir noktası  (zenith) arasında zorunlu olan özel dönme (devaran) hareketini  açıklayacak sadece bir başka konudur. Güneyin (efsanevi) kıtasına gelince, kendi başına kötü bir fikir değildir. Aynı zamanda mümkündür –hemen hemen gerekli görülür- ki, karasal kıtanın bu iki çeyreğinin her biri, suyun yüzünde yükselir; diğer yandan yerin iki çeyreğinden her biri suya gömülüdür ve öbür yandan da bir sürekli beraberlik (takâtor) biçimlenmiştir. Hintli astronomlar Dünya’yı Evren’in merkezi olarak görüyor ve ağır (gök?) cisimlerin(nin) ağırca ve yavaş yavaş ona doğru çekildiğine inanıyorlar. Kuşkusuz bu nedenlerden ötürü onların görünüşü de tıpkı gök küre gibi yuvarlaktır.”  (s.206-207)

Hindu Astronomlara Göre Dünya Yuvarlaktır

“Şimdi bütün bu noktalar üzerinde Hindu stronomların varsayımlarını ayrıntılı olarak sergileyeceğiz. Bunu kendi yapıtlarından bizzat yaptığımız çevirileri destek yaparak gerçekleştireceğiz. Sözcükleri alışılmış kullanışlarında  değil, kökensel anlamlarında ele aldık; onları öyle okumak gerekir. Hindu astronom  Pulisa  kendi astronomik risalesi Siddhanta’da şöyle yazmaktadır:

‘Grek Paulos (İskenderiyeli), bir yerde Dünya’nın yuvarlak olduğunu, bir başka yerde ise tepsi gibi düz olduğunu yazar. O iki keresinde de haklıdır; çünkü Dünya’nın yüzü yuvarlaktır, ama onun çapı düz bir çizgidir. Paulos ayrıca, eserinin birçok pasajlarında gösterdiği gibi Dünya’nin küre biçiminde olduğunu düşünüyordu. Brahma’da Varâhamihira’nın bütün bilginleri (6.yüzyılın Hindu astrolog ve astronomları) bu noktada onunla hemfikirdirler. Eğer Yeryüzü yuvarlak olmasaydı, Enlem /daireleri/ (orûd) tarafından ‘çevrili’ olmayacak; gece ile gündüz yaz ve kış esnasında farklı olmayacaktı; yıldızların dönüş(hareket)leri de bulundukları durumda olamazdı.(s. 207-8)’

‘Yeryüzünün  kuru (yükselen, beliren) ve yaş/ıslak (batık, dalmış) iki yarısı, ni-raksha (enlemsiz) adı verilen sınır (çekme) hattıyla (hatt-ı fâsil), diğer adıyla sadece Ekvator (hatt-ı istivâ çizgisiyle ikiye bölünmüşyür. Dört ana yönde dört büyük şehir vardır: Yama-koti (Cehennemler krallığı kalesi, veya Cemşid-gerd) doğuda, Romaka (Roma-Bizans) batıda, Lanka (Kubbetu’l Arz) güneyde ve Siddha-pura (?)kuzeydedir.  Diğer yandan iki kutup arasında  Dünya, kendi ekseni tarafından tutulur. Güneş Meru ve Lanka (güneyde)  arasından geçen çizgi üzerinden doğarken Yama-koti’de  (doğuda) öğledir, Romaka’da (batıda) gece ve Siddha-pura’da (kuzeyde) akşamdır.’

“Diğer yandan Brahma-Gupta  şunları yazıyordu:

‘Dünya’nın biçimi üzerinde, özellikle dinsel yapıtların  ve Purana öğretmenlerinin farklı varsayımları vardır. Bazıları derler ki, o bir ayna gibi dümdüzdür,  bazılarına göre  de kâse/tas gibi içbukeydir. Diğer bazıları için dünyanın, bir denizle çevrelenmiş bir ayna  gibi dümdüz yüzü vardır, yani içiçe daireler halinde suyla çevrilmiştir tıpkı (inciler dizilmiş)  küre biçimli olarak tanımaya zorunlu kılıyor. Örneğin yıldızların gökyüzünde ve zaman içinde] farklı olarak doğması ve batması olayı bundandır!...’”(s. 208)

“Dünya’nın Kendi Çevresinde Dönüşü”

Aryabhata’nın öğrencileri Dünya’nın döndüğünü, gökyüzünün ise hareketsiz kaldığını ileri sürmektedirler. Buna dair onlara denilebilir ki, eğer bu gerçek olsaydı, taşlar ve ağaçlar Dünya’dan fırlayıp (uzay) boşluğuna düşerlerdi. Fakat bir-iki ya da bir başka (l’une et l’autre) teori hakkında konuşan Brahmâ-Gupta, evrensel çekimi hesaba katmayan ikincisine itirazda bulunur [...]., Dünya’nın kendi çevresinde dönmesine gelince, bu astronomi değeri bağlamında hiçbir şekilde karşılaşılmamış [bir teoridir]. Tam tersine bu (teori), karşı tasarım kadar da onunla uyuşur. Fakat diğer bir görüş noktasına göre bu (dünyanın dönüşü) imkânsızdır. İşte bunun için sorun güçtür ve yeterince açık değildir. Eski dönemlerin ve zamanın en iyi astronomları bunu incelemek (irdelemek) ve reddetmek için kitaplarına aldılar. Bizzat biz de bu kişilerin tamamıyla üstün geldiklerine inanıyor ve şekil olarak (bu teoriyi) ‘Astronomi’nin Anahtarı’ kitabımıza alıyoruz.(s.209)”

“Çeşitlemeler

“Hindular,  göksel kutba dhruva ( Sankrist’çede, l’étoile polaire, kutup yıldızı) ve onun eksenine salaka derler. Müneccimlerinden öğrendiklerine göre onlar, gök kubbe (kubbat as-sama) inançlarından ötürü sadece dünyanın bir tek kutbundan  sözederler. Gökyüzü, tıpkı çömlekçi çarkı gibi (bu) kutbun çevresinde döner. Kutup ise yer değiştirmeksizin kendi etrafında döner; bu dönüş hareketi 30 muhurta’da tamamlanır, yani bir gece bir gündüz içinde [...].” (s.198)

“Bazı Hindular, Yeryüzü’nün döndüğüne, Güneş’in ise hareketsiz olduğuna inanırlar.”

Purana’nın yazarları Gökyüzü’nü, Yeryüzünün  üzerinde,  sabit duran ve hareketsiz bir Kubbe olarak tanımlar. Onlara göre bütün yıldızlar doğudan batıya doğru yer değiştirirler. Bütün bu güzel teoriler tamamıyla yararsızdır.” (s. 210)

Kumbhaka’ya göre: ‘Başlangıçta  Mahâ-bhûta, yani beş eleman (toprak, su, hava, ateş ve ether biraradaydı.’ Hindular maddenin sonsuzluğuna inanır, ama onlar evrenin hiçlikten/yoktan (ex nihilo, min lâ-shay) yaratıldığına inanmazlar. “(s. 222)

Gündüz ve Gece

Biz Müslümanlar ve Hindular vs. için bir gün, geleneksel olarak  güneş(in dönüş) hareketi süresi boyunca, Yeryüzü’nün kendi üzerinde dönüşüyle belirlenen zaman boşluğudur. Bir gözlemciye göre gün ikiye ayrılır: Gündüz (nehâr), yani güneşin görülebildiği süre ve gece (layl), yani güneşin görülmezliği süresince geçen zaman. Güneşin doğuşu ve batışı da onun ufkun üzerindeki yüksekliğe bağlıdır. Denilir ki, Hindular’ın ‘Enlem’in sıfır derecesi’ dedikleri Ekvator’un ufku, paralel dairelerini başlangıç meridyenine (mu’addil an-nahâr)  göre ikiye böler. Ekvator altında (Ekvator çizgisinin geçtiği alanda) geceler ve gündüzler eşit sürededir.”( s. 224)