Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

8. Ve 9. Yüzyıllarda Alevi Hareketleri

8. ve 9. YÜZYILLARDA TOPLUMSAL VE SİYASAL ALEVİ HAREKETLERİ

İsmail kaygusuz

8. Yüzyılın İlk Yarısında Siyasi Muhalefet Hareketleriyle Proto-Alevi Grupların İlişkileri

Daha önce Ali ve Ehlibeyt üyelerinin tekli ve beşli tanrısallığında   gelişen, eski din ve inançlarla beslenip felsefi derinlikler kazanmış olan Heterodoks İslamı ve inanç kümeleşmelerini anlatmaya çalıştık. Bunlardan bazılarını bağımsız veya  İmam Hasan Soyundan Muhammed ve İbrahim’in ayaklanmalarının içinde görmekteyiz. “Aleviliğin Doğuşu” kitabımızın birinci bölümünde  Zeydi hareketlerinden sonra anlattığımız konuyu burada biraz kısaltarak yineleyeceğiz.

İmam Hasan’ın torunlarından Muhammed Al-Nafs al-Zakiyya hareketi Cafer’in İmamlığının daha ilk yıllarında nüfuz elde etmeye başlamıştı. Halife Hişam’ın son zamanlarında Emevi yönetimi çökme işaretleri veriyordu. Değişen koşullara dikkat eden ve hemen hemen elli yıldır açık eylemden kaçınmış olan Şiiler, Küfe’de çabucak bastırılan birçok isyanlar  sahneye koydular. Bütün bu girişimler, yeterli örgütlenme ve destekten yoksun oldukları için başarısızlıkla son buldu.

737’de Al-Mugira ile Bayan, İmam Bakır’ın (ö.735) ölümünden  sonra güçlerini birleştirerek isyan ettilerse de bir avuç taraftarlarıyla yakalanıp hapse atıldılar. Sonra vali Khalid b. Abdullah’ın emriyle Küfe’de toplu halde yakıldılar. 742’da Abu Mansur, Khalid’in halefi 738’den 744’e kadar Irak’ı yöneten Yusuf b. Ömer’in ellerinde aynı kaderi paylaştı. Bu üç şehit Proto -Alevi önderin taraftarları Mugiriler, Bayani ve Mansuriler Muhammed Al-Nafs al-Zakiyya hareketiyle birleştiler.

Zeyd’in Küfe’de (740)  ve oğlu Yahya’nın Horasan’da (743) başkaldırılarının başarısızlıkla sona ermesinden sonra 744 yılında Medine yakınında al-Abwa’da Haşimiler bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda İmam Hasan’ın torunu Abdullah al-Mahdi, katılanları oğlu Muhammed al-Nafs al-Zakiyya’ya bağlılık andı içmeye ve onu halifelik için en uygun aday olarak tanımaya ikna etmeyi başardı. Onlar arasında  en yumuşak ve uzlaşmacı davrananlar Abbasoğullarının başı İbrahim ve iki kardeşi, yani geleceğin Abbasi halifeleri  Abu’l Abbas ve Abu’l Cafer’di. Sahte bir yumuşaklık gösterisi yapmışlardı. Sadece en saygın bir Hüseyin soylu olan İmam Cafer onun teklifini onaylamadığı bildiriliyor. İmam Cafer’in muhalefeti,  Hasan ve Hüseyin ailesi arasındaki mevcut rekabete atfedilmiş olabilir. Ancak Cafer, kendini açıkça hak sahibi İmam olarak gördüğünden beri,  ne Hasan soylu kuzenlerinden ne de bir başka Alisoyludan birinin önerilerini kabul etmeğe hazır olmadığını hatırlatmış olmalı. Bu aile toplantısından sonra, Muhammed al-Nafs al-Zakiyya ve kardeşi İbrahim, İmam Cafer dahil Orthodoks Şiiler dışında, yukarıda adı geçen heterodoks (proto-Alevi) gruplar, Muttazili ve Zeydi yandaşlarının desteklediği güçlü bir sefere çıkarak, büyük bir başkaldırı başlattılar. Ancak hareket uzak görüşten ve iyi örgütlenmeden yoksun olduğundan kolayca yenildi ve Abbasiler tarafından ezildiler.

Olayı biraz açalım: Halife Mansur 758 yılında Mekke’ye yaptığı hac sırasında kendisini halife kabul etmeyen Abdullah al-Mahdi’yi tutuklattı. İki oğlu Muhammed ile İbrahim, bir yolunu bulup, Aden’den deniz yoluyla Sind’e kaçtılar. Bu tarihi izleyen yıllar içinde Irak’taki Küfe ve Basra kentlerinden işaretler alarak ilişkiye geçtiler. Muhammed al-Nafs al-Zakiyya oğlu Ali’yi yardım için Halid b.Said ile birlikte Mısır’a gönderdi. Böylece İmparatorluğun farklı merkezlerinde ayaklanma hazırlıkları yapıldı. Ali bazı taraftarlar kazandıysa da Mısır valisi Hamd bin Kahtaba’ya güvenmekte yanılmışlardı. Medine’ye dönüp isyanı başlatan Muhammed, Peygamberin çizdiği model üzerine hendekler kazarak cesaretle kenti savunmuşsa da, sonunda yakalanıp öldürüldü (762). Ailesinin bütün mallarına elkonulup dağıtıldı.

Muhammed’in kardeşi İbrahim ise Basra’da başkaldırmıştı. Ancak siyasal yeteneği  yeterli değildi. Çünkü Basra’yı tamamıyla ele egeçirneyi başarmış ve bastırdığı parayla İran ve Susiana üzerinde etkinlik kazanmış olmasına rağmen,  Mansur’un sadece birkaç birlikle tutmakta olduğu Küfe’ye karşı hereket etmeğe ikna edilemedi. Halife Mansur’un generalı İsa bin Musa, Medine’deki başkaldırıyı bastırır bastırmaz Susiana üzerine yürüdü. Şiddetli bir çarpışma sonunda bölgenin kontrolunu  ele geçirdi. Sonunda İbrahim’in kendisi Küfe üzerine yürümeye karar verdiyse de, Küfe’nin güneyindeki Bahamra denilen yerde İsa’nın kuvvetleriyle 14 Şubat 763 günü yaptığı meydan savaşında öldürüldü. Abdullah al-Mahdi’nin oğullarından  sadece Yahya saklanarak kurtulmuş bulunuyordu. Halife Mansur (755-775), Halife Mehdi (775-785) ve Hadi (785-786) dönemleri boyunca Yahya bin Abdullah Yemen, Mısır ve Magrip ülkelerini dolaşmış. Irak’tan Horasan’a geçmişti. Harun Reşid (786-809) tarafından, başına ödül konmuş aranıyordu. Horasan’da da barınamıyan Yahya bin Abdullah, Transoksiyan’a geçmiş ve orada  bir Türk kağanına sığınmıştı. Ancak oradan da 790’larda Tabaristan’a giderek Abbasi valilerine karşı kendini güvenceye alabilmişti. [1]

İran-Horasan Bölgelerinde Abbasi Siyaseti, Abu Müslim Ayaklanması Ve Sonuçları

İmam Hasan’ın torunlarının başkaldırı hareketlerinin bağlaşıkları, tarihçilerin ‘Gulat Şiiler’ (aşırılar) diye adlandırdıkları proto-Alevilerdi. Bu bağlamda, Emevilere karşı daha çok siyasi etkinlikler geliştirmişlerdi. Abbasi yönetiminde de başkaldırı hareketlerini sürdürdüler. Sonuç olarak ezildiler. Yukarıda söylediğimiz gibi, 744’de  Medine’de yapılmış olan Haşimiler toplantısında Abbasi ailesi önderleri itiraz etmeden Muhammed al-Nafs al-Zakiyya’ya biat etmiş  görüntüsüne girmişlerdi. Oysa aynı yıllarda, kurdukları Haşimiyye-Abbasiye partisiyle siyasi muhalefet etkinliklerine başlamış bulunuyorlardı.

Bu hareketin başına, Peygamberin amcalarından Abbas’ın soyundan Muhammed b. Ali’nin oğlu İbrahim geçmişti.   İbrahim, Muhammed al-Hanefi’nin oğlu Haşim’e bağlı, Kaysani-Muhtariye ile aynı inancı sürdüren Haşimilerle birleşmiş olan hareketin önderliğini yüklendi ve Hicaz’da imamlığını ilan etti.  İbrahim Emevi iktidarına karşı Abbasi davasına yoğunlaşarak, davanın daha militan aşamasını başlattı. Zeyd ve oğlu Yahya’nın yenilgilerinin kötü sonuçları ve karışıklığının gündemde olduğu dönem içinde, hareket giderek artan başarıları toplamaya başladı. İbrahim (Kürt asıllı olduğu söylenen) İranlı mevlası (azatlı kölesi) Abu Müslim’i Horasan’a gönderdi. Geçmişi tam bilinmeyen, yaşamı ve büyük mücadelesi efsanelere karışmış olan bu tarihsel kişinin ilk dönemlerinde al-Mugira’nın yandaşlarından olduğu söylenmektedir. Emevi iktidarını yıktıktan sonra, halifeliği ilk olarak neden İmam Cafer’e teklif ettiğinin nedeni Mugira inancından kaynaklanabilir. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi Mugiriler-Mansuriler Cafer’in tanrısallığına inanıyorlar. Özellikle Şehristani, Mansurileri, ‘Hurremidler’ diye adlandırarak Mazdeklerle bir tutuyordu ki, bu çok önemlidir.

Neden Abu Müslim’in Horasan’da örgütlenmesi ve başarıları hayret verici bir hızla gelişti? Bir erken Alevilik siyaseti olan  Haşimiyye inancını benimsemiş  Ali oğlu Muhammed, daha 718’lerde ortaya atmış olduğu Abbasi davasını Arap dünyası dışına  taşımıştı. Emevi dönemindeki hep bastırılmış çok sayıda Şii ve heterodoks başkaldırılarından  ders çıkaran Abbasoğulları, Horasan bölgesinin doğu eyaletlerinde siyasi etkinliklerini merkezileştirmişler ve örgütlenmelerini küçük gruplar halinde gizli olarak geliştirmişlerdi. Ancak Abbasi propagandacı şeflerinin çoğu keşfedilerek Emevi valiler tarafından öldürüldüler. Buna rağmen çabuk toparlanıp, daha ciddi bir örgütlenmeye  gittiler ve Merv’de “Nukaha” adı verdikleri 12 kişilik danışma meclisi oluşturdular. Bu değişiklikler büyük başarı sağlamıştı. Özellikle, daha çok Khidaş adıyla tanınan Ammar b.Yezid bu yeni Abbasi organizasyonunun başına geçmesiyle daha da yayılıp gelişti. Bu gelişmeyi, açıkça Ali inancının ve aşırı öğretilerin, yani proto-Aleviliğin propagandasıyla sağladığını gören ılımlı Abbasiler onu lanetledi; 736’da tutuklayıp öldürdüler. Yerine Süleyman b.Kasir geçti. Horasan’daki  partizanlar ve Humayma’da oturan, fakat ismini vermeyen İmam’la, Küfe’deki Abbasi örgütü lideri Bukayrı b. Mahan aracılığıyla ilişkiler 723’den, Bukayrı’nın öldüğü 744 yılına kadar hep sürdü. Abu Müslim, İbrahim b. Muhammed tarafından Horasan’a gönderildiği zaman, Küfe örgütünün başında Abu Salam al-Khallal bulunuyordu. [2]

Görüldüğü gibi Abbas ailesi sessiz ve derinden bir politika izlemiş, çok iyi örgütlenmişlerdi. İbrahim b. Muhammed’in, büyük olasılıkla Küfe’deki Mugiri katliamından kurtarmış olduğu, kendi azatlı kölesi Abu Müslim’i, Horasan Abbasi örgütlerinin başına göndermesi bilinçli bir seçim gibi gözüküyor. Bu seçim, İbrahim’in çok ileri görüşlü olduğu kadar,  inancını da  açıklıyordu. Babasından kendisine geçmiş Kaysani-Muhtari-Haşimi'liği benimsemiş görünen İbrahim, olasıyla Mugiri ya da Mansuri olan Khidash’ın 736’da örgüt tarafından öldürülmesine karşıydı. Oysa Horasan örgütünü onun geliştirip büyüttüğü ortadaydı. Abu Müslim’in İranlı bir mevali ve Mugiri-Mansuri inancından olmasından dolayı Khidash’ın yerine seçilmiştir. Bu inançta Ali ailesi tanrısallaştırdığı gibi, Şehristani’nin işaret ettiği Hurremid-Mazdekid ögeler  bulunmaktaydı. Kısacası Horasan eyaletlerini, ancak kendilerinden ve inançlarına yakın biri ayaklandırabilirdi. Haşimiyye-Abbasiyye partisinin bu kurnaz siyaseti ve ayrıca Abu Müslim’in, 743’de Emevi zulmüne karşı bölgede başkaldırmış, sonunda vali Nasr b.Sayyar tarafından yakalanıp öldürülmüş Zeyd oğlu Yahya’nın öcünü almak yönünde harekete geçmesi, başarıyı etkileyen en önemli iki etmendi.

Ama asıl olan, Horasan’da güçlü Abbasi örgütlenmelerinin bulunuşu, bölgede siyaseti tayin etmeleriydi. Bu siyaset, hem ortodoks Şiiliği hem de heterodoks inancı, yani Aleviliğin kullanılmasıydı. Böylece Abu Müslim,  Emevi yayılmacılığının valileri ve yerli feodalların zulmü altında ezilen ve zorla  islamlaştırılmış Farisi, Kürt ve Türk halkların başkaldırmak için bekledikleri önder olmuştu.

Abu Müslim 747’ye doğru, açık ihtilali simgeleyen Abbasilerin amblemi siyah sancakları açmış bulunuyordu. Onun hem İran halklarını  hem Arapları, özellikle Yemenlileri kapsayan Horasaniyya-Horasanlılar adındaki ihtilalci ordusu, dikkate değer biçimde genişledi. Abu Müslim’in ordusunda ilk kez olarak, Araplar ve Arap olmayanların tam bir uyumu vardı.

748 yılı içinde Abu Müslim Merv’e girdi. Yaşlı Emevi valisi Nasr b. Sayyar’ı dışarı sürerek Horasan’ın hepsini elegeçirdi. Aynı yıl içerisinde, Nukaba meclisi üyelerinden biri olan Kahtaba b.Shabib kumandası altındaki Horasanlılar ordusu, yol boyunca Emevi orduların yenerek, batıya doğru hızla ilerlemeye başladılar. 749 Ağustos’unda son Irak Emevi valisi İbn Hubayra’nın kuvvetleri, Kufe yakınında yapılan bir meydan savaşında yenildiler. Burada Kahtaba da yaşamını yitirdi. Birkaç gün sonra muzaffer Horasanlılar Küfe’ye girdi. Böylece iktidar, kendini hemen Muhammed al vezir olarak tanıtan Abu Salama’ya teslim edildi. Müslüman Araplara ilk kez  belirsiz bir çağrışım olarak Muhtar us-Sakafi tarafından sokulmuş olan vezir fikri, artık Abbasi yönetiminde önemli bir makam olarak gelişecekti.

Son olarak sıra, herkesin kabul edebileceği, Peygamber ailesinden yönetim (halifelik) için razı olacak kişinin adını açıklamaya gelmişti. Küfe’nin alınmasından az önce İmam İbrahim, bu dünyadan ayrılmış  bulunuyordu. Emevi halifesi Mervan II, Abbasi davası ve mücadelesindeki İbrahim’in rolünü birkaç ay önce keşfederek, onu Harran’daki hapishanesine kapatmış ve orada öldürtmüştü. Yeni halife olarak başa geçirilecek olan İbrahim’in halefinin kimliğini açıklama işi Abu Salama’ya bırakıldı.

F.Daftary’nin çok sayıda eski ve yeni kaynak adları vererek[3] yazdığına bakılırsa, Abu Salama’nın tercihi halifeliğe Ali ailesinden birinin geçmesiydi. Hasan’ın torunu Abdullah al-Mahdi ve 6.İmam Cafer Sadık’la temas kurdu. Salama’nın halifelik önerisi kabul görmedi. Onun talebi, uygun bir adayı seçecek bir Ali ailesi  danışma kurulu düzenlemesinin işi olduğu için reddedildi (Abu Salama’s offer of caliphal autority was rejected by them, as was his request for the formation of an Alid council to select a suitable candidate). Oysaki, Beş yıl önce Medine’de Abdullah al-Mahdi başkanlığında yapılan Haşimiler ailesi danışma kurulu toplantısında, Abbasoğullarından bizzat İbrahim b. Muhammed ve kardeşleri Abu’l Abbas ile Cafer Muhammed al-Nafs al-Zakiyya’yı halife olarak kabul etmişlerdi. Onun halifeliği hala sürüyordu. Ancak, sözü edilen toplantıda İmam Cafer onu onaylamadığı gibi, “Abu Müslim benim seçtiğim kişi değildir” diyerek, Abu Salama’nın kendisine getirdiği halifelik önerisini de geri çevirmiştir. Görülüyor ki Ali oğullarının (Hasan ve Hüseyin kolu) kendi aralarında olduğu gibi, Abbasoğulları arasında düşünce, siyaset farkı vardı.

İki ay tetikte bekleyen Horasanlılar sonunda işleri kendi ellerine aldılar ve İbrahim’in üvey kardeşi Abu’l Abbas’ı halife yapmaya karar verdiler. Onunla birlikte  Abbasi ailesi bireylerini, Salama’nın emriyle saklanmış oldukları Humayma’dan Küfe’ye getirildi. Abu Müslim’in sadık adamlarının yerini keşfedip getirdikleri Abu’l Abbas 28 Kasım 749’da Küfe’de al-Saffah (kasap) adıyla ilk Abbasi halifesi ilan edildi. Abu Salama ona sadakat yemini yapmaya mecbur edildi, fakat vezirliği sürdürdü. Halife’nin emri üzerine 750 yılı içerisinde Salama öldürüldü. Öyle anlaşılıyor ki, Ali ailesinden bir halife seçiminde ısrarı Salama’yı ölüme götürdü. Beş yıl sonra Halife Mansur da, kendilerini bir ihtilalle halifelik makamına oturtan Abu Müslim’i öldürtecektir.

Abu Müslim’in bağlı bulunduğu, inancını paylaştığı ve imamlığını kabul ederek, onun adına büyük bir toplumsal bir ihtilali gerçekleştirdiği Muhammed oğlu İbrahim’in ölümünden sonra, Salama’nın muhalefetine rağmen Abbasoğullarında ısrar etmesi başına bunları getirdi denilebilir. Kendisi Zap suyu boylarında son Emevi halifesi Mervan II’nin kuvvetleriyle çarpışırken, Küfe’deki ajanları aracılığıyla oluşturduğu halife seçimi yanlıştı. Medine’de tüm Peygamber ailesinin 744’de (Cafer’in muhalefetine rağmen) seçtiği bir halife, Hasan al-Mahd oğlu Muhammed al-Nafs al-Zakiyya vardı. O ikna edilememişse, Zeyd’in oğulları, yani  mücadelesini bayrak yaparak Horasan’da  başkaldırdığı Yahya’nın kardeşleri Hüseyin Züddema, İsa ve Muhammed Medine’de yaşıyordu; onlardan biri seçilebilirdi. Abu Müslim’in bu yanlış siyaseti, yani kardeşleri İbrahim gibi ‘Abbasi davası’nın içinde bile olmayan, Abu’l Abdullah ve Cafer al-Mansur’un halifeliğe getirmesi kendi sonunu hazırlamıştı. Böylece Abbasoğulları hanedanı Ortodoks İslamın temsilcisi olarak, zındıklıkla suçlayıp Abu Müslim’ı öldürmekle kalmamış, daha ilk on-onbeş yıl içerisinde Muaviye ve Yezid’ı aratmıyacak biçimde kendi kabilesinden Alioğullarını takibe başlamış, onları öldürtmüş ya da hapislere attırmış. Heterodoks inanç gruplarına, yani proto Alevilere karşı amansız baskı uygulamaya başlamış ve toplu kırımlar yapmışlardır.

İlk toplu kırımı da, ‘Abbasi davası’ için mücadele etmiş, kutsal saydıkları Rawandi dağından adını alan Rawandiler (Kaysani-Muhtari-Mansuri-Haşimilerin ortak adı) 758’de Mansur’u ‘tanrısal yeniden doğuşunu, yani zamanın Mehdi’si olarak gelişini’ kutsamak için sarayını çevirdiklerinde yapmıştır. (…he massacred a group of the Rawandiyya who besieged his palace and hailed him as the incarnation divinity). Al-Tabari[4] ve Friedlaender[5] gibi tarihçi ve araştırmacılardan kaynaklanan Farhad Daftary’nin [6] bu düşüncesine katılmıyoruz. Kendi aralarından çıkmış olan Abu Müslim’in öldürülmesinin ardından, Rawandiler’in Mansur’un tanrısallığını kutsamak için Medine’den kalkıp yüzlerce, (belki binlerce) kişi Küfe’ye gelmezler. Üstelik bu heterodoks grubun, İbrahim b. Muhammed’den sonra İmamlığın Abu Müslim’e geçmiş olduğu ve asıl yeniden doğuşun  onda  gerçekleştiğine inandıkları biliniyor. Bu insanlar, Abu Müslim’i katleden Mansur’u kutsamaya değil, canları pahasına da olsa onu öldürmeğe gelirler ancak. Sarayının çevresini kuşattıklarına (a group of Rawandiyya who besiged his place) göre hiç de kutlamak veya kutsamak için gelmemişlerdi. Elbette ki, bunun farkına varan Mansur hepsini kırdırdı.  Ancak resmi kayıtlara ise Halifenin, iyi bir ortodoks İslam yönetici olarak, kendisini tanrısallaştıran Rawandi sapkınlarını öldürttüğü geçirildi.

Abu Müslim’in Ortasya’dan, Hazar kıyılarından, Kafkasya’dan, Horasan eyaletleriyle tüm İran’ı ve Irak’ı içine alan çok geniş bir coğrafyada yıllarca vermiş olduğu efsaneleşen büyük toplumsal mücadele, onu Ortaçağın büyük devrimci önderlerinden biri yaptı.  Bu bölgelerde yaşayan ve zorla islamlaştırılmış halklar için, İslam dini sadece örtüydü, eski dinlerine bütünüyle bağlı bulunuyorlardı. Abu Müslim’den önce ve onun mücadele yıllarında Emevi yönetimine karşı onları örgütleyen, ayaklandıran heterodoks islami gruplardı, proto Alevilerdi. Kaysani-Muhtari-Haşimilik gibi, Abu Müslim’in  mensubu olduğu  Mugiri ve Mansurilik de, bölge halklarının  eski dinleri Manicheizm ve Mazdekizmin toplumsal düşünce ve felsefi ögelerini İslama sokup Ali inancında harmanlamışlar, şimdi onlara sunuyorlardı. Ortodoks İslamın soyut ve şekilci olduğu kadar soğuk; zorba ve baskıcı olduğu kadar da yabancılığı bu halklarda sadece nefret ve ikiyüzlülük yaratmış. Oysa heterodoks islamı kendilerine yabancı görmemiş, hemen kabullenmişler. Aralarında sevgi ve bağlılık sağlanmış ve kolaylıkla ortak amaç yaratılmış; baskıcı yönetime karşı ayaklanma!

İran Ve Azerbaycan’da Yükselen Mazdekizm Kaynaklı Alevi Toplumsal Muhalefet-Başkaldırı Hareketleri

İslam Tarihi iki büyük koldan oluşmaktadır: 1) Ortodoks İslam (Sünnilik ve Şiilik) iktidar tarihi, 2) Heterodoks İslam Tarihi, muhalefet tarihidir ve  Alevilik tarihini oluşturur ; İslam tarihi içinde birbiriyle eşdeğerdir. Ortodoks İslam Tarihi devletlerin, hükümetlerin  ve savaşların tarihidir; memleketleri istila etmeğe, yayılmacılık , kırım, sömürü ve köleleştirmeğe  zafer adı veren iktidarlar azınlığının tarihidir. Burjuva tarihçilerin büyük çoğunluğu Heterodoks İslamı (Aleviliği), Ortodoks İslam tarihi içerisinde inceledikleri ve onların çıkarları açısından baktıkları için, heterodoks inançlı halkları  sapkın, bölücü, düzen bozucu, kafir, ahlaksızlıkla suçlayıp hor görmüşlerdir.

İslam Tarihi içerisinde toplumsal muhalefetin egemenlere karşı direnişlerinde Aleviliğin rolü, tek sözcükle ‘önderlik’tir. Hemen hemen  tüm toplumsal muhalefet hareketlerinin inanç ve düşünce kuramlarıyla temelini, inananlarıyla ise bünyesini oluşturan, Heterodoks İslam olarak Alevilik ve Alevi halklardır. Aleviliğin taşıdığı bu özelliğin kaynağı büyük ölçüde Mazdekizmdir. Öyleyse Mazdekizmi azçok tanımamız gereklidir.

Mazdekizm’in İnanç, Toplumsal ve Ekonomik Boyutlarının Kısa Tanımı

İran ve Azerbaycan'da yükselen ihtilalci inanç ve düşüncelerin  kaynağı hiç kuşkusuz Mazdekizm, yani Mazdek inancıydı. Sasaniler döneminde İran’da  “Neşeli Din” anlamına gelen Khurramdin denirdi. Arapça ise Khurramiya. 6.yüzyılın ilk yarısında İran’da ortaya çıkmış olan Mazdekizm üç aşamalıdır.

1957’lerde “Mazdek” adlı kitabında Klima, Sasani  tarihi ve Orta Doğu dinleri kapsamı içerisinde incelediği Mazdekizmi, din örtüsü altında sosyal bir hareket olarak açıklamıştır. O, Mazdek’i bir sosyal reformcu militan, Sasani kralı Kawa’yı (488-531) da bu hareketi kendi yönetimsel çıkarına çevirmeye çalışan enerjik ve muktedir bir siyasetçi olarak  değerlendiriyor. Bandad oğlu Mazdek’in özel yaşamı hakkında fazla bilgi yoktur.

Mazdekizm inancının daha çok toplumsal, ekonomik ve teolojik yönleri Sünni heresiyograflar  tarafından kendi anlayışlarına uygun parça bilgiler halinde günümüze gelmiştir. Bu bilgilerin İbn al-Mukaffa (Ö.760) tarafından Arapçaya çevrilmiş olan Khwday-namag (Mazdak-namag=Mazdekname) adlı yapıttan kaynaklandıkları anlaşılıyor. Hem heterodoks İslam’ın oluşmasında ögesel katkılarını, hem de İrandaki inanç örtüsü altındaki toplumsal muhalefet ve başkaldırı hareketlerini daha iyi anlamak bakımından Mazdekizmi kısa da olsa tanıtmakta yarar görüyoruz.

Mazdekizm, kimi araştırmacılara göre kökeni İ.Ö.6-7.yüzyıllara inen Zerdüşt dininin, kimilerine göre ise 3.yüzyılda Mardin çevresinde ortaya çıkan Mani dininin heterodoks, yani aykırı inancıdır. Kısacası Mazdekizm, her ikisinden de ögeleri alarak oluşmuş; toplumsal, siyasal ve ekonomik  içerikli kuramsal bir inanç sistemidir.

Ta’alibi’de şu tanımlamayı görüyoruz: “

Mazdek diyordu ki: ‘Tanrı topraktan yiyeceği ve tüm gereksinimleri, halk onları aralarında eşit bölüşsün  diye yaratmıştır. Hiçbir kimse diğerinin payından fazlasını alamaz. İnsanlar biribirlerine karşı yanlış davranmış ve biri diğeri üzerinde egemenlik kurmuş. Kuvvetli zayıfı ezmiş; hem malını hem de yaşama hakkını elinden almış…Herkesin varlık bakımından eşit olması için, kesinlikle birinin ortaya çıkıp zenginden alarak fakire vermesi gerekiyor. Herkim olursa olsun, kimsenin bir başkasından daha fazla varlık, mal-mülk ve kadına sahip olmaya hakkı yoktur…” Mazdekizm’in toplumsal, siyasal ve ekonomik kuramlar geliştirerek oluşturduğu yaşam biçimi ve felsefesiyle, içinden çıkmış olduğu egemen devlet dini Zardüşt-Mazda inançlarına aykırı olması yüzünden baskıya uğramıştı. Sasani yönetimindeki İran’da bulunan çok sayıda Kutsal Ateş (Zerdüşt) tapınaklarını ve tapınaklara ait geniş arazileri kullanan Rahipler sınıfı, hem toprak sahipleri dikhanlar, hem de İran sarayı üzerinde etkiliydiler. Mazdek’in inançsal öğretisinin “insan eşitliğini, toprağın ve gelirinin ortaklaşa kullanılması, varlığın bölüşülmesi” gibi komünistik ilkeleri dayatması, elbetteki bu kesimlerin çıkarlarına aykırıydı. Zerdüşt rahipleri Mazdekler’e “Zındık” diyorlardı. Daha sonra Abbasi Sünni uleması ve hatta Osmanlı Şeyhülislamları dahi aynı deyimi kullanacaktır Aleviler için.

Fidevsi, bu inancın ahlak felsefesi üzerinde daha ileri birkaç ayrıntı vermektedir: “İnsanlar, gıpta, azap, öç, yoksulluk, hırs gibi beş şeytan tarafından doğruluktan uzaklaştırılır. Bunları yenmek ve iyi bir inanç yolunda yürümek için zenginlik ortak ve kadın-erkek eşit haklara sahip olmalı...” Bu kısa ayrıntılarda sözkonusu olan, Mazdek kozmolojisinde Zerdüşt ve Mani dinlerinde olduğu gibi bazı kötü ahlak alışkanlıklarını, karanlığın şeytanları olarak kişileştirilmesidir.[7]

Mazdek inancında iki öncül ya da başlangıç ilke vardır: Aydınlık (Işık) ve karanlık. Işık bilgiyi, duyguyu, düzenlenmiş olaylar ve özgür iradeyi tanımlar. Başka bir deyimle bütün bunlar ışıkla, aydınlıkla sağlanır. Karanlık ise bilgisizliktir, körlüktür ve yönü bilinmeyen tesadüfi olaylardır. Ya da bunların yaratıcısıdır. Mazdekizmde üç asıl öge vardır: Su, ateş ve toprak. Işığı ve ondan oluşanları yaratan Tanrı, karanlığı ve ondan olanları yaratan şeytandır. Krallar kralı olarak nitelendirilen Mutlak Tanrı en üst dünyadaki tahtında (kursu) oturur. Onun önünde dört kuvvet vardır: 1)Yargılama (Tamyiz), 2) Anlayış-Anlama (Fahm) 3) Saklama-koruma (hıfz),  4) Sevinç-keyif (sürur) Krallar kralı, bu kuvvetleri önündeki şu dört kişiye vermiştir: 1)Mobada mobad (başyargıç) 2)Herbad (anlamayı, fehmi yönlendiren) 3)Serpahhad (başkumandan), 4)Ramishgar (sevinç, eğlence ustadı)

Bu dört gücün sahipleri, 12 ruhsal gücün çevirdiği dairenin içindeki 7 vezirle dünyayı yönetirler. Bu dört güç, yediler ve onikiler bir kişide toplandığı takdirde o kişi tanrılaşır ve artık dinsel görevlere bağlı kalınmaz. Mutlak Varlık, mutlak adını (İsm-i Azam) oluşturan harflerin gücüyle krallığını sürdürür. Bu harflerden bazı şeyler anlayacak duruma erişen insanlar,  büyük sırrı (al-sırr al-akbar) keşfetmiş olurlar. Bundan yoksun olanlar körlük, bilgisizlik, sıkıntı-kasvet ve ihmalkarlık içinde kalacaklardır. [8]

E.Yarshater, aynı sayfalarda Nawbakhti, İbn al-Nadim, Makdısi ve Şehristani’den derlediği bilgilerle aynı makalesinde Mazdekizm’in genel bir özetini çıkarmıştır:

Cosmology: Aydınlık ve karanlığın iki başlangıç ilkesi olduğu inancı ve ışığın biçiminin silinmişi karanlık"

"Theology (Tanrıbilim-İlahiyat): Tanrının ilahi takdir, mutlak gücünü yadsıma. Bütün peygamberler, veliler ve meleklerin görünüm alanına çıkışındaki esas birlik…Gaybı bilme veya tanrısal önderlerin dönüşü. Dinin özü olarak İmam’ın tanınması. Kutsal yazıların içsel (batıni) anlamı olduğu. Tanrısal ruh olarak İmamların (daha sonra Abu Müslim gibi) yeniden doğuşuna inanma…"

"Eschatology (Ölüm sonrası bilimi): Kıyamet günü, ölümden sonra dirilme ve son yargılamayı yadsıma. Gerçek kıyamet gününün anlamı ise, yeniden doğuş ve ruhun başkasına geçmesidir (reincarnation). "

"Ethics(Ahlak kural ve anlayışları): Haksızlığa başkaldırı-isyan zamanları dışında kandökmenin kesinlikle yasak oluşu. Geniş bağlılık çerçevesi içinde bireysel din görüşlerine hoşgörü. Başkalarına iyi dilekte bulunma, yardım etme. Başkalarına zarar vermeksizin her türlü zevki tadma, eğlenme…"

"Ritual (Tapınma etkinliği): İç ve dış temizliğe önem verme. Bağlılık-andiçme ve evlilik törenlerinde, inançsal-ruhsal liderleri kutsama   toplantılarında şarap ve ekmek kullanma…”

Abu Müslim’le birlikte İran’da başlayan Heterodoks İslam, yani Alevi toplumsal başkaldırı hareketlerini, Batılı İslam araştırmacıları üçüncü dönem ya da Mazdekid  halk hareketlerinin üçüncü aşaması olarak değerlendiriyorlar. Aşağıda kısaca incelemeye çalışacağımız  ne Sunbat,  ne Mukanna ne de Babek al-Hurrami hareketlerini hiçbiri de tam bir Mazdek hareket değildir. Kabul etmek zorunda olduğumuz İslami siyaset örtüsü, bu söylemi engellemektedir. Engels bunun genel açıklamasını şöyle yapar:

“Sınıf mücadelelerinin o çağda dinsel nitelik işareti taşımaları, çeşitli sınıfların çıkarları, ihtiyaç ve taleplerinin dinsel perde ardına gizlenmesi işin aslından hiç birşey değiştirmez ve çağın koşullarıyla açıklanabilir…Genel feodalizme (yönetime) yöneltilmiş bütün saldırıların, herşeyden önce kiliseye karşı olacağı, bütün devrimci toplumsal ve siyasi öğretilerin de aynı zamanda ve esas dinbiliminden sapmış mezhepler olacağı açıktır. Ortaçağ boyunca koşullara göre kah mistik biçimde, kah açık mezhep biçiminde, kah silahlı ayaklanma biçiminde ortaya çıkıyordu.” [9]

Buradaki sınıfsal mücadeleler de, önderlerin adına bağlı ‘açık mezhep biçiminde’ başlayıp, ‘silahlı ayaklanma biçimine’ dönüşerek, genelde (Mazdek ağırlıklı) heterodoks İslam örtüsü altında sürdürülmüş halk hareketleriydi.

Bu üçüncü dönem Mazdekid hareket İslamın İran’a girişiyle başlıyor, deniliyor. Aslında Sasani krallığının yıkılıp, Halifelik (Ortodoks İslam yönetimi) egemenliğinin baskısı kendisini tam hissettirmesinden itibaren başlamıştı. İran’daki halklar baskı ve cizye yüzünden görünüşte İslam olmuşlardı.

Khusrev’in uzun saltanat yılları boyunca Mazdeklere yaptığı ağır baskı ve mensuplarını sürekli takip, Mazdekizmi yeraltına indirmişti. Pratikte  İran’ın her yanında İslam’ın girişini izleyen ilk yüzyıl boyunca, Mazdeklerin varlığı sürmüştür. Özellikle  Cebel, Azerbaycan, Khorasan, Sogdiana, Tabaristan ve Gurgan’da olduğu kadar, Isfahan ve Akhvaz’da da bulunuyorlardı. Nizamülmülk, 755’deki Sunbat hareketi sırasında “Cebel ve Irak halkının neredeyse yarısı Rafızi ve Mazdekid idi” derken, aslında ikisini birbirinden ayırmıyordu.

E.Yarshater, Masdakism incelemesinin başlarında “üçüncü dönem Mazdekid hareketler İslam’ın İran’a girmesiyle başlıyor”diyordu. Bir süre sonra düzeltiyor: “Sasani iktidarının yıkılması ve Zerdüşt tapınaklarının gücünün sürekli zayıflamasıyla Mazdekler yeniden nefes alma fırsatı buldular. İlk yüzyıl içerisinde bunların eylemleri üzerinde kaynaklar susmaktadır”dedikten sonra şöyle bir açınımı getiriyor:

“Ancak aşırı Şiilerin (Heterodoks müslümanlar, yani Aleviler İ.K.) karekteristik inanç ögeleriyle sık sık bağlar kurarak açıklamaya girişiyorlar. Şöyle ki: Tanrısallığın peygamberlere ve imamlara geçmesi (incarnation, hulul), ruhgöçü inancı (reincaanation, tenasuh), gaybı, geleceği bilme (occultation, gayb), İmamın geri yaşama dönüşü (recat) ve kutsal yazıların, Kur’an’nın içsel (ésotérique, batıni) anlamlarının oduğu ve onlara başvurma inancı Mazdeklerinkiyle aynıdır…Şehristani’ye göre çeşitli isimler taşıyan bu aşırı Şiilerin İslamla ilgisi yoktur, Mazdekid’idiler: Bunlar İsfahan’da Khurramiyya ve Kudakiyya; Rey’de Mazdakiyya, Sunbadiyya; Azerbaycan’da Dhaquliyya; bazı yerlerde Muhammira (Kızılsarıklılar); Transoksiyan’da Mubayyida (Beyaz giyimliler) adlarıyla anılıyorlardı.” [10]

Sunbadiyya, Mubayyida-Mukanna (Müslimiyye) Hareketleri

Abu Müslim Şii-Alevi terminolojisinde bir İmama eşdeğer gösterildiği halde, Müslimiyye genel adıyla onu izleyen daha sonraki yandaşları, Mazdek düşüncesini temel alarak, heterodoks inançlı siyasal ve toplumsal hareket dizisi geliştirdiler. Bunlarden sadece üçü üzerinde kısaca duracağız. Birincisi Abu Müslim’in silah arkadaşı Sunbad’ın başını çektiği hareketti. 755’de Abu Müslim’in  öldürülmesi  üzerine Rey’de başkaldırmış. Onun ruhunun kendisine geçtiğini ileri sürerek hareketi başlatmıştır. Kendisi Mazdekid; sefahat ve eğlenceyi teşvik eden biri olarak suçlanmıştır. Abu Müslim’in öcünü almak için  harekete geçenlere Müslimiyye deniyordu. “Sunbat’tan sonra İshak al-Turki hareketi ele aldı. Abu Müslim’in Zerdüşt tarafından gönderilmiş peygamber olduğunu ileri sürüyor Rey’de saklı olduğunu ve ortaya çıkıp kendilerini kurtaracağını yayıyordu.761’de  İshak öldürüldüğü halde yandaşları Horasan ve Transoksiyan’da 2 yıl başkaldırı hareketini sürdürdüler.” [11]

İkinci büyük Müslimiyye toplumsal  başkaldırısı, 777’de Abbasi halifesi Mehdi’ye karşı ayaklanan “Horasan’ın peçeli peygamberi” olarak ün yapmış al-Mukanna’dan geldi. Hareket Horasan’dan Aral’ın batısına kadar genişledi. Mubayyida bölgesinde yaşayan bazı Türk boylarının da içinde bulunduğu Mazdekler tarafından desteklenen Mukanna, 785-6 yılına dek 8 yıl mücadele verdi. Halife ordusu tarafından kuşatılıp yenilince, esir olmamak için kendisini ateşin içine atmıştır.

Mukanna, Narshakhi’nin verdiği bilgilere göre, tanrısallığın bizzat kendisinde görünüm alanına çıktığını söylüyordu. Bu, şöyle bir devridaim (dönüşüm) ile gerçekleşiyor: Tanrısallık ilkönce Adem’e, Adem’den  Nuh’a, İbrahim, Musa, İsa’dan Muhammed’e ve Muhammed’den de doğrudan Abu Müslim’e geçiyor. Mukanna, Mazdek’in bütün kurumları ve yasalarının uygulanmasını zorunlu kılmış, eşitlik ve ortakçılığı yaşama geçirmişti.[12]

Babek ve Babek-Hurremi Devrimci Halk Hareketi

Abu Surayya’nın başkaldırısı bastırıldıktan sonra, Azerbaycan’da, diğerleriyle karşılaştırılmayacak biçimde gelişen Babek ve yandaşlarının başkaldırı hareketi patladı. Öyle ki, bu büyük toplumsal hareket, Mamun’un (813-833) saltanatının sonuna dek sürecek ve Mutasım’ın (833-842) da başına dert olacaktır.

Babek’in kişiliği belirsizlikler içindedir. Geleneksel söylemlerden bazıları onun  asil bir soydan geldiğini, bazıları ise tam tersine halktan biri olduğunu (babasının zeytinyağı satıcısı, anasının keçi çobanı) belirtmektedirler. Yetişmesi ve mesleği hakkında bilgiler  (sığır sürüsü çobanlığı,  paralı askerler arasında davulcu vb.) karanlık olmasına rağmen, Hurremi lideri Cavidan b. Sahl’ın özgüvenini kazanmış olması önemliydi. Ölümünden sonra da  partizanları  Cavidan’ın ruhunun onda cisimlendiğine inanarak Babek’i başlarına geçirdiler.

Babek-Hurremi hareketi, yaklaşık beş yıl sürmüş olan Abu Müslim hareketinden sonra, bölgede en uzun süren toplumsal başkaldırı hareketidir. 516 yılından 537’ye kadar 21 yıl boyunca, iki halifeye saltanatlarını kaybetme korkusu yaşatan Babek-Hurremi hareketi üzerinde, idealist bakış açısına rağmen en geniş araştırmayı, Gulam Hüseyin Sadıki, 1938’da bastırdığı “Les Mouvements Religieux Iraniens IIme et IIIme Siécles en İran” (Hicri ikinci ve üçüncü yüzyıllarda İran’daki dinsel hareketler) isimli yapıtının kapsamı içerisinde yapmıştır.  Abbasi dönemi tarihçilerinden gelen bilgilere göre, hemen hemen çeyrek yüzyıllık Babek-Hurremi hareketi süresince 550 bin insanın öldüğü söylenmektedir.

Hareket, birçok  batılı tarih araştırmacılarının ileri sürdüğü gibi, özellikle sadece İranlıların Arap egemenliğine karşı  başkaldırısı değildir. Azerbaycanlı halktan birinin, yani sırtında fıçısıyla dolaşan kandil yağı satıcısının oğlu Babek’i, zamanın nesnel koşulları ön plana çıkarıp, bu kişinin önderliğinde dünyayı değiştirmeye yönelmiş geniş kapsamlı toplumsal ve siyasi bir harekettir. Sadıki’nin kitabını temellendirdiği, İran halkının dinsel hareketleri, yani eski dinlerini geri getirme İslam dinini kovma mücadelesi de değildir. Babek hareketi bizce,  ekonomik ve siyasi anlamda “Mazdek komünizmi”[13] temelli ve  Mazdek-Mani-Şaman, Hristiyan gnostik inanç ögelerini özümsemiş olarak Heterodoks İslam (Alevilik) örtüsüne bürünmüş, baskıcı Ortodoks İslam Abbasi halifelik merkezi Bağdad’a yönelen, yani iktidarı devirmeyi amaçlamış, köylü ayaklanmalarının ötesinde, devrimci halk hareketiydi. Bir kere hareketin içinde değişik inanç ve halk toplulukları (Pers, Türk, Kürt, , Bizans Rumları, Ermeniler-Paulikienler, Arap, Arami vb.) bulunmaktaydı.

Babek önderliğindeki bu büyük hareketin yüzbinlere ulaşan askeri kuvvetinin kumandanları arasında sağ kolu sayılan Tarkan adında bir Türk; Halife ordusundan ayrılıp 20 bin askeriyle Babek’e katılan Noktay adlı bir başka Türk daha bulunuyordu. Ayrıca Bizans İmparatoru Theophilos’la yaptığı karşılıklı yardım anlaşmasına uyarak, 2 bin Hurremi savaşçının başında gönderdiği bilinen  Nasr Theophobos da Babek’in Bizans asıllı kumandanlarından biriydi. 837’de Abbasi Halifesi Mutasım ile  Theophilos arasında yapılan Sozopetra (Doğanşehir) savaşında Nasır Theophobos  önemli rol oynamıştı. Yine yardımcılarından Marand şefi İsma Kürt ve önemli kumandanlarından biri olan Muaviya da Arap idi. Ayrıca  kendisine ve davasına bağlı Tabaristan prensi Mazyar ve Ermeni prenslerinden Sonbat oğlu Sahl da  vardı. Ancak sonuncusu ona ihanet etmiş. Kalesine sığınan Babek’i yakalatarak, Halife Mutasım’dan 1 milyon dirhem gümüş ödül almıştır.

Şimdi Collége de France Profesörlerinden Şii-İslam araştımacısı Henri Laoust’dan kaynaklanarak hareketi özetleyelim: Başkaldırı Bilal Abadh’da, İran’da kıtlık ve otorite boşluğu olduğu, Armenia valisi Hatim b. Khartama’nın bölgede yarı bağımsızlık ilan edip, yönetimi sıkıntı içine soktuğu bir dönem olan 816 yılında başladı. Dağlık bölgelerdeki boğaz ve geçitlerde istihkam kurmuş olan Babekiler uzun süre bütün hücumları püskürtmüş ve kısa zamanda Jibal (Cebel), Azerbaycan’dan Horasan ve Tabaristan’dan Kuhistan’a kadar birçok bölgeleri etki alanına almıştı. Birçok Abbasi emirinin ordusunu yoketmiş. Kendilerini de esir etmiş ya da öldürmüş bulunuyorlardı. 824’de Bağdad’dan  gönderilen Halife ordusu yenilerek geri döndü. Muhammed al-Tusi 829-30’da yaptığı büyük operasyonlar sırasında öldürüldü. Ordusunun döküntüleri geri çekilirken yokedildi. İzleyen yıllar içinde Horasan valisi Abdullah b. Tahir’in Babek-Hurremi’ler üzerine hücumları da başarısız kaldı. H. Laoust bu başarısızlıkları Halife’nin Mısır’da karşılaştığı güçlükler ve Babekileri destekleyen Bizans İmparatoru Theophilos’la yaptığı savaşlarda aldığı yenilgilere bağlıyor.

İsyanı bastıran halife Mutasım (833-844) oldu. Halife’nin hizmetine girmiş İslam örtülü Mani inançlı (Usrusana) Türk prensi Afşin, büyük ve günün koşullarında eksiksiz donatılmış büyük bir ordunun başına geçirilerek 835’te Babekilerin üzerine gönderildi. Afşin yetkin bir kumandan olmasına rağmen iki yıl boyunca birçok yenilgi aldıktan sonra, çeşitli savaş hileleriyle Babek’i ele geçirmeyi başarabildi. Önce Babek’in en gözde kumandanı, kendisi gibi Türk olan Tarkan’ı tuzağa düşürüp ortadan kaldırdı. Böylece biri zalim ve baskıcı yönetimin yanında, öbürü mazlum ve ezilen halklarını isyancı temsilcisi olarak iki Türk kumandan karşı karşıya gelmişlerdi. Afşin Ortodoks İslam örtüsü altında ezen egemen sınıfın yanındaydı, Tarkan ise heterodoks İslam örtüsüne bürünüp ezilen sınıfların yanında yer almıştı. Çok değil üç yıl sonra Abbasi halifesi, Babek’i tüm azalarını kestirip gövdesini darağacına astırdığı kentte, Samarra’da, Afşin’in  ortodoks İslam örtüsünü kaldırıp, altındaki Mani inançsal kimliğiyle açlığa mahküm ederek zindanda öldürttü. [14]

Anlatıldığına göre, Babek  Mutasım’ın önünde eğilip af dilememiştir. Elleri ayakları kesilirken, sağlam kalanıyla fışkıran kanını yüzüne sürermiş. Mutasım, neden öyle yaptığını sorduğunda: “Kendi kanımla boyuyorum ki, yüzümün sararmaya başladığı görülmesin. Zira senden korktuğumu sanırlar”diye yanıtlamış.[15] Acaba Afşin de, Halifeye hizmetlerinin karşılığı olarak açlıkla ölüme giderken, sararan yüzünü kapatmayı düşündü mü, dersiniz?

“İslam heresiografisi, Babekileri İslam toplumu dışında görme eğilimi göstermektedir” diyor H. Laoust. Zaten onlar yönetimin dini olan Ortodoks İslam (Sünnilik) dışında bir İslamı, ezilen halk çoğunluğunun sıkı sıkı sarıldığı Heterodoks İslamı, yani Aleviliği kabul etmiyorlardı. Abu Bakr al-Khallal Babekileri, geniş anlamda Hariciler gibi görmekte. Yani ona göre, ellerinde silahlar yasal yönetime karşı başkaldıran ve yeryüzüne karışıklık ve fitne-fesat tohumları ekmiş isyancılar olarak düşündüğü Haricilere benzemektedir. Öylesine yönetimle özdeştir ki al-Khallal, “Onlarla savaşmak devletin görevidir, demiş; onlara karşı herkim, şahsını, ailesini veya malını-mülkünü savunurken ölürse şehit olur.”

Al-Bagdadi, Babekileri Mubayiya, yani dinsel yasakları kaldırmış; vahiy yoluyla gelen tanrısal yasa ve buyrukları yadsıyan sapkınlar olarak görmektedir. Bu Abbasi uşağı tarihçi, 1030 yıllarında Hudud adlı eserinde, hala gerici dinci kesimin aynı gözle baktığı Alevilere atılan yüzkızartıcı iftiraları ilk yazan adam olarak şunları söylüyordu:

“Babekiler, yaşadıkları dağlık bölgelerinde, kadınlar ve erkekler birarada toplanarak gece boyunca bir tören yapıyor ve içki içip şarkılar söylüyorlardı. Mumlar-çıralar  söndürülünce erkekler kadınların üzerine atılıyor ve herbiri istediği kadını yakalayıp, onları aralarında paylaşıyorlardı…Bu topluluklar dağ başlarında ezan okunan camiler bile yapmışlar. Hatta çocuklarına Kur’an öğretiyorlar, ama ne namaz kılıyorlar, ne bir ay ramazan orucu tutuyorlardı. Kafirlere karşı yapılan Cihad’a da inanmıyorlardı.”[16]

Şehristani onları Mazdekilere yaklaştırır. Ona göre tıpkı diğer Hurremiler gibi Babekiler de, aşırı Abu Muslim partizanlarının devamıdır. Tanrısal buyrukları ve görevleri kaldırarak tek kişiye itaatla dini basitleştirmişlerdir. [17]

Babek’in inançsal kuramları öz olarak yaşadığı çevrenin sahibolduğu akımlardır. İnancının ana ögesi, bir insanın ruhunun başka birinin vücuduna geçmesi (hulul) dogmasıdır. Bunun ispatı, Cavidan’ın ruhunun Babek’e geçmiş olduğunun onaylanması olarak görülüyor. Cavidan’ın söylediklerini İbn al-Nadim’in Fihrist yapıtından okuyoruz:

“Hurremilerinin şefleri Babek-Hurremi idi. İnandırmak istediklerine Tanrı olduğunu söylüyordu. Hurremiler arasına öldürmeyi, şiddet, savaş ve işkenceyi o soktu; daha önce bunları bilmezlerdi. Yani, bu biçim altında Tanrı olduğunu kabul etmelerini istiyordu. Öbür yandan Mazdekizm’in ışık ve karanlık ikilemi öz ilkesi de onun doktrininin konusu olduğu da biliniyor.” Bunları aktaran Sadıghi şu sonuca varıyor: “Otoritesine insanüstü bir görünüş vermesi, kendisinin dünya ötesi kökenden gelmiş olabileceğine inanıyordu.” [18]

Bizce bu, yukarıda açıkladığımız Mazdekizm’in teolojisindeki,  “üç elemana hakim olan dört güç, yediler ve onikiler bir kişide toplandığı takdirde o kişi tanrılaşır ve artık dinsel görevlere bağlı kalınmaz” inaç ilkelerinin somut yaşama geçirilmesidir. Görüldüğü gibi, Babekiler’in daha önce açıkladığımız proto Alevilerden Sabailer, Mugiriler, Mansuriler, Hattabiler vb.den özde hiçbir farkı yoktur. Fazladan olarak, Mazdek inancının siyasal-ekonomik ve toplumsal ögeleri, ağırlıklı bir biçimde öne çıkmış ve ezilen halkların dünya görüşü olmuş. Tam anlamıyla sınıfsal nitelik kazandırılarak İslam imparatorlukları içerisinde komünistik başkaldırıların leitmotifi görevi yüklenmiştir. Babeki toplumsal hareketi 40-50 yıl sonra Karmati ihtilalleriyle hedefine ulaşacak iki yüzyıla yakın süren Karmati sosyalistik devletini kuracaktır.


[1] F.Daftary, The Ismailis: their History and Doctrines, London, 1982, s.75-77 ve Henri Laoust, Les Schismes dans l’Islam, Paris, 1983, s.64.

[2] F.Daftary, The Ismailis: their History and Doctrines s.78-79)

[3] F.Daftary, agy, s.80, 590; dpnt.83.

[4] Tarikh III, s.129-133.

[5] Heterodoxies: Commentary, s.100-101,121-124.

[6] Agy, s.82.

[7] Ehsan Yarshater, “Mazdakism”, Cambridge History of Iran  Vol. 3 (2), Cambridge-1983, s.991-998.

[8] Ehsan Yarshater, "Mazdakism",  agy, s.1008.

[9] Friedrich Engels, Köylüler Savaşı, İstanbul,1987  agy.s.61-62.

[10] E. Yarshater, agy, s. 1001.

[11] Henri Laoust, Les Schismes dans l’Islam, Paris-1983, s.63.

[12] E. Yarshater, agy, s.1003.

[13] Bu söylem, 1925 yılında  A. Christensen’in, monografi biçiminde özel konu olarak incelediği eserinin adını oluşturmaktadır: Le Régne du roi Kawadh et Communisme Mazdakit.

[14] H.Laoust, Les Schismes dans l’Islam, s.95 vd.

[15] G.Hossein Sadıghi, agy, s.275.

[16] Aktaran G. Hossein Sadıghi, agy, s.278-279.

[17] H.Laoust, Les Schismes dans l’Islam, s.96.

[18] G.Hossein Sadıghi, agy, s.268-269.